HATAY’IN İNANÇ ÖNDERLERİNDEN EHLİBEYT ALİMİ ŞEYH
NASREDDİN ESKİOCAK
HATİAB Başkanı Sayın İbrahim Güder’in söylediği gibi, Hatay halkı, binlerce yıldır bu güzel kültür ve medeniyetler beşiği topraklarda barış, huzur ve kardeşlik içerisinde yaşayan, farklı inançlarda insanların bir araya geldikleri, bu toprakların kutsal mekânlar olmasını sağlamış insanlardır. Bu inanışlardan biri olan Alevilik hakkında inanç önderlerinden Şeyh Nasreddin Eskiocak ile bir sohbet gerçekleştirdik. Alevilik nedir? Alevi ve Nusayri aynı mı? Ehli Beyt nedir? ve daha fazlasını bu söyleşide bulacaksınız.
Öncelikle okuyucularımız için kendinizi tanıtabilir misiniz? Nasriddin ESKİOCAK kimdir? Nerede doğmuştur? Babası kimdir? Nasıl bir eğitim alıp böyle bir toplumun inanç ve kanaat önderi olmuştur?
Öncelikle evimize teşriflerinizden dolayı sizlere teşekkür ediyorum. Hoş geldiniz.
Nasriddin ESKİOCAK; Babam Abdullah, 1939 yılında Antakya’ da doğdum. Eskiocak (Şeyh Davut) ailesine mensubum.
İlköğrenimi Harbiye nahiyesinde tamamladım. 7 yaşında Kuran-ı Kerimi hatmettim. Daha sonra, Antakya’da bulunan Habib-i Neccar Camisi’nin Kuran-ı Kerim resmi kursuna katılıp Kur’an okutma yetki belgesini aldım. 250 yıldan beri sülale yolu ile gelen dini bilgileri ve ana dilim olan Arapçayı öğrenmemde, babam ve aile büyüklerimden o yaşlardan itibaren faydalanmaya başladım. Arapçanın temeli olan sarf ve nahiv başta olmak üzere Kuran-ı Kerim, Tefsir, Ehlibeyt Öğretileri, İslam Tarihi, Fıkıh gibi dersleri imkânlarım dâhilinde okuyarak kendimi geliştirdim. Okumaya da devam ediyorum. İlmi istemenin yaşı ve sınırı yoktur.
Hz. Ali şöyle buyurmuştur: “İlmi beşikten mezara kadar isteyiniz.”
Mensup olduğunuz aileniz hakkında kısaca bilgi verebilirmisiniz?
Eskiocak (Şeyh Davut ) ailesi, tarihi eskilere dayanan köklü ve geniş bir ailedir. Harbiye’de bu soyadı taşıyan başka ailelerde mevcuttur; ama bizim aile, köklü bir ailenin soyundan gelmiş, din ilmiyle tanınan ve topluma bu konuda hizmet veren Eskiocak (Ş.Davut ailesi) olarak bilinir. Ailemiz 250 yıldır bu topraklarda yaşamaktadır. Doğduğumda Hatay’da Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağı dalgalanıyordu. Biliyorsunuz öncesinde burası Fransa’nın hâkimiyeti altındaydı. Hatay Devleti Kurulduğu zaman farklı inançlara mensup millet meclisini oluşturan 40 milletvekili vardı. Bunların tümü Hatay’ın Anavatana katılması için oy birliği ile karar almıştır. Bunların dörtte biri Alevi idi. Aralarında ailemize mensup büyük amcamız “Ş.Hasan Ali Davut Eskiocak” da vardır. Şuanda Hatay Valiliği Müzesinde isimleri ve fotoğrafları mevcuttur. Yani Hatay’ın anavatana katılmasında ailemizin de bir katkısı vardır ve bizler bundan gurur duymaktayız.
Ayrıca, Hatay Anavatana katıldıktan sonra yine ailemize mensup Mahmut Açıkalın Eskiocak amcamızda o günlerde Mustafa Kemal Atatürk tarafından Harbiye nahiyesine ilk Belediye Başkanı olarak atanmıştır.
Alevilerde şapka, fötr giyildiğini ayrıca sakal bırakıldığını görüyoruz. Kimler giyer? Özel bir anlamı varmıdır? Doğru bilgiyi almak ve bilmeyenler için bunu anlatırmısınız?
Alevilerde genellikle Din Adamları fötr, şapka giyip, sakal bırakır. Sakal bırakma bilindiği gibi bütün semavi dinlerin temsilcileri ve din adamlarının başkalarından ayırt edilme ve bir gelenek olarak sakal bırakmaktadırlar. Bizde din adamı olan ve din vazifesi görenler sakal bırakır. Bu gelenek ve sakal bırakma hatta peygamberlerin ve özel olarak Hz. Muhammed’in sünneti diye bilinmektedir. Şapka giyme konusuna gelince Hatay Anavatana katılmadan önce yani Fransızların intidabı ve Osmanlı Devleti zamanında gençlerin çoğu ve özellikle din adamları Fes veya beyaz sarık giyerlerdi. 1938’de Hatay Anavatana katıldıktan sonra biz Aleviler; Mustafa Kemal Atatürk’ün daha önce gerçekleştirmiş olduğu şapka devrimine ona saygı ve bağlılığımızdan dolayı uyarak, özellikle din adamları olarak Şapka veya fötr giymeye başladık. Bunun, başkalarına özenme; siyasi ya da mezhepsel hiç bir anlamı yoktur. Kuran-ı Kerim’de Yüce Allah: “ Ey İman edenler, Yüce Allaha, Resulüne ve amirlerinize itaat ediniz” diye buyurmuştur. Alevilerin Mustafa Kemal Atatürk’e, ilke ve inkılâplarına özel olarak bir sevgi ve bağlılıkları vardır. Hz. Muhammed (s.a.v.) “Vatan Sevgisi İmandandır.” Diye buyurmuştur.
Bundan 15 yıl evvel evimize bir araştırmacı gelmişti ve Atatürk ile ilgili şöyle bir soru sordu. Alevilerin Atatürk’ü mehdi olarak görüp kabul ettiği doğrumudur? Cevap olarak ben dedim ki bunu ilk defa sizden duyuyorum. Yanlış bir bilgidir. Biz aleviler hiçbir zaman Atatürk’ü mehdi olarak görmedik. Mehdi kelimesinin kökeni “Kurtarıcı” “Yenileyici” anlamlarını da içerir. Ama ben şahsen size şunu söylemek isterim ki Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyetinin bir kurtarıcısıdır. Diyebilirim. Dedim.
Bu Vatan kolay kurtarılmadı. Bu günlere kolay gelmedik. Nice şehitler verdik. Bunu her zaman için hatırlayıp kıymetini bilmeliyiz. Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere Vatan ve bayrak uğrunda canlarını feda eden bütün aziz şehitlerimizi rahmet ile anıyorum.
Sizler Arapça konuşuyorsunuz, kendinizi Alevi olarak tanımlıyorsunuz. Allah’ın güzelliklerinin insanda olduğuna inanıyorsunuz ve Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Ehlibeytin güzelliklerini de çok güzel yansıtıyorsunuz. Nusayrilik ve Alevilik Nedir? Aleviliğin Kökeni nereden ve hangi coğrafyadan gelmektedir?
Bizim ana dilimiz Arapça olduğundan genellikle Arapça konuşuyoruz. Baba ve dedelerimiz zamanında Türkçe okulları olmadığından Türkçeyi öğrenemediler. Fakat bizler ve çocuklarımız Hatay anavatana katıldıktan sonra Arapçayı evde aileden öğrendiğimiz gibi Türkçeyi de okullarda öğrenmeye başladık.
Nusayrilik ve Alevilik tanımlarında her zaman yanlış anlaşılmalar ve yakıştırmalar olmuştur ki bunun nedeni de bilgi eksikliğidir.
Aleviliğin kökenini ve nereden geldiğini sordunuz. Bu sorunuz için teşekkür ediyorum. Çünkü bu sorunun çok önemi vardır ve her zaman merak edilen sorular arasındadır. Elimizde bulunan bilgi ve kaynaklara dayanarak kısaca anlatayım. İkinci Halife zamanında Şam civarında bir bölgeyi fethetmek için Ubeyde bin el Cerrah kumandasında bir kuvvet gönderilmiştir. Gönderilen bu kuvvet oradaki güçler karşısında zayıf düştüğünden Medine’den dört yüz elli kişiden oluşan ek bir kuvvet daha gönderilir. Bu gönderilen grup Hz. Muhammed’in Ensarlarından olup önceden giden kuvveti zafere kavuşturmuştur. Bu nedenle bunlara “nasarat” yani zaferci adı verilir. Bu kişiler Şam etrafındaki yerleri fethettiklerinde bol suyu, güzel havası ve meyveli ağaçları nedeniyle oralarda yerleştikleri kaydedilir. Bazıları da “Cibelu Nasara” yani Hıristiyan dağlarına yerleşirler. Böylece bunlara,“Ensar’’ yerine, küçük düşürme ve alay etme amacıyla“Nusayri’’ diye hitap edilmeye başlanır. Nusayri kelimesinin kökeni işte budur. Bizler Hatay, Adana ve Mersin’de yaşayan aleviler bu sözünü ettiğimiz Hz Muhammed’in Ensarlarından oluşan dört yüz elli kişilik Müslüman grubun soyundanız. Daha geniş bir açıklama ile Hz. Muhammed’in vefatından sonra Müslümanlar arasında halifelik seçimi konusunda bir ihtilaf çıktığını herkes bilmektedir. Hz Muhammed’in kendisinden sonra halifelik için bir vasiyeti olduğunu savunan Müslümanlar Hz. Ali taraftarı olduklarından Alevi Cemaati, halifeliğin seçimle yapılmasını kabul eden Müslümanlar ise Sünni Cemaati olarak adlandırıldılar. Aradan 1400 yıl geçmesine rağmen bu iki taraf arasında bazı zamanlarda tatsız hadiseler yaşanmıştır. Bu hadiselerin yegâne sebebi cehalettir. Çünkü 1400 yıl önce cereyan eden hadisede kimin haklı kimin haksız olduğu bizden sorulmayacaktır. Onun içindir ki aklı selim ve vicdan sahiplerine düşen vazife, barış ve huzur içinde kardeşçe yaşamayı sağlamaktır. İnsanoğlu, yalnız kendisinin amelinden sorumlu olduğunu bilmelidir.
Hatay’da yaşayan biz Alevilerin“Alevilik” ismi, Hz. Muhammed’in (s.a.v.)amcasının oğlu, damadı ve en yakını olan Hz. Ali’ye mensup olma anlamı taşımaktadır. Alevilere has bir isim ve tanımlamadır diyebiliriz. Eski zamanlarda Alevi düşmanları tarafından bizlere yakıştırılan başta ‘Nusayrilik’ olmak üzere hiçbir lakap, isim ve tanımı kabul etmiyoruz. Alevilik ismiyle her an içerisinde iftihar ediyoruz. Çünkü Hz. Ali, Hz. Muhammed’den sonra İslam Dininin orta direğidir ve Ehlibeyttendir.
Ehli Beyti nasıl tanımlarsınız?
Ehlibeyt ev halkı demektir. Ehlibeyt kimlerden oluşur? Ehlibeyt: Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den oluşmaktadır.
Peygamber efendimiz buyurdu ki “Ehlibeytim Nuh’un gemisi gibidir. Ona binen kurtulur binmeyen helak olur”. Peygamber efendimiz Ehlibeyti Nuh’un gemisine benzetmiştir. Biraz daha açacak olursak, birincisi: Bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen sonuncu Peygamber olan Hz. Muhammed(s.a.v.);ikincisi: Peygamber efendimizin amcasının oğlu ve aynı zamanda damadı, kendisine inanan ilk Müslüman ve savaşlarda en büyük fedakârlığı gösteren kişi olan Hz Ali Hz. Muhammed Hz. Ali’nin sevgisini şart koşmuştur. “Beni seven Ali’yi sever.’’ diye buyurmuştur. Üçüncüsü: Peygamber efendimizin kızı Fatimatüzzehra. Peygamber efendimiz kızı hakkında şöyle buyurur:‘’Fatıma benim bir parçamdır onu inciten beni incitmiş olur.’’ Dördüncüsü ve beşincisi: Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’dir. Peygamberimiz onlarla ilgili de:‘’Hasan ve Hüseyin cennette bulunan gençlerin efendileridir.’’ demiştir. Yüce Allah da Ehlibeyti Kuran-ı Kerim’de Ahzap suresinin 33. Ayetinde zikretmiştir. İşte bizler bunlara tabiyiz.
Sizler yüzyıllardır Antakya’da (Hatay da) bu güzel topraklarda barış, huzur ve kardeşlik içerisinde yaşayan, farklı inançlarda insanların bir araya geldikleri, bu toprakların kutsal mekânlar olmasını sağlamış insanlarsınız. Bunu nasıl sağlıyorsunuz?
Biraz önce zikrettiğim gibi, her insanın kendi amelinden sorumlu olduğu ilkesine dayanarak. Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de, bir arada nasıl huzur içinde yaşayabileceğimizi şu ayetiyle belirtmektedir:“Benim katımda en değerli olanınız benden en çok korkanınızdır.” Ayette geçen ‘korkmak’, Yüce Allah’ın emrettiği yolda gitmek, bütün kötülük ve haramlardan sakınmak, hak ve hukuku ifa etmek, salih amel işlemektir. Hz. Muhammed de hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Fitne uykudadır, onu uyandırana lanet olsun.” Bir başka hadiste: “ Vatan sevgisi imandandır” diye buyurmuştur. Biz din adamları Hatay’da her bir insana, hiç kimseye zarar vermemesi şartıyla hangi millete, mezhebe ve inanca mensup olursa olsun ona insan gözüyle bakıp tavsiyelerde bulunuruz. Bu terbiyenin ve güzel ahlakın gerçek Müslümanlığın terbiyesinden beslendiğini ifade eder ve şunu belirtmek isterim ki herhangi bir toplumun barış veya fesat içinde olması, o toplumun din adamlarından ve söz sahiplerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü din adamları ve idareciler tuz gibidir. Yemeğin güzelliği için tuz kullanılır, kararında kullanılması yemeğe lezzet katar. Fakat kontrol kaybedilip ölçü kaçırılırsa artık o yemeği düzeltecek hiçbir şey yoktur.
Hz. Ali’nin Mısıra Vali olarak tayin ettiği Malik Bin Eştere göndermiş olduğu tarihi emirnamedeki değerli sözleri hatırlatmak istiyorum: “ Ey Malik seni tevliye ettiğim insanlar iki kısımdır: ya dinde bir kardeşin ya da yaratılışta bir benzerindir.” Burada Hz. Ali’nin Hak ve adalet anlayışı içinde nasıl örnek bir idareci olduğunu görebilmekteyiz.
Yüce Allah’ın İslam âlemine en değerli mesajı Fatiha suresinin birinci ayetindedir:“Elhamdulillahirabbilalemin.”Tüm âlemlerin Rabbi olan yüce Allah’a hamdu ve senalar olsun. İnsanlığı ve dini savunanları bununla hatırlatmak isterim. Kitabımda da belirtiğim gibi, Yüce Allah’ın koyduğu sınırları aşmayın, devlet kanunlarına ters gelmeyin, insanların hak ve hürriyetlerine tecavüz etmeyin. Bizler, bu dini kural ve güzel ahlakı yaşattığımız sürece herkes kardeşçe ve huzur içinde yaşamaya devam edecektir. Toplumsal barışı sağlamak ve geliştirmek için herkes kendine düşen görevi yapmalıdır.
Kuran temel rehberimiz diyorsunuz. İslam Dininin kaidelerini kendi atalarınızdan aldığınız şekilde yaşattığınızı, tüm yaşamınızı Kuran’a göre sürdürdüğünüzü söylüyorsunuz..Peki, siz İslamiyet’i nasıl yorumluyorsunuz? Kuran-ı Kerim nasıl bir kitap, neleri kapsıyor?
Evet, Kuranı Kerim bizim ana kitabımız, rehberimizdir ve bundan daha değerli bir kitabımız yoktur. Fakat bizler Kuran-ı Kerimi en iyi bilenin, onu en iyi yorumlayanın Ehlibeytin olduğunu kabul ederiz. Çünkü Yüce Allah: Kuran-ı Kerim’in gerçek anlamını yalnız kendisin ve ilimde yüksek bir payeye erişenlerin bileceğini söylemektedir.(Ali İmran sur. 7) Peygamberimiz:“Benden sonra pahası biçilmez iki eser bırakıyorum: Birincisi Kuran-ı Kerim, ikincisi ehlibeytimdir.” sözüyle ilimde yüksek payeye ulaşanların şüphesiz Ehlibeyt olduğunu göstermektedir. Biz Alevi cemaati olarak bu ilmi sülale yolu ile baba ve atalarımızdan aldık, elimizdeki Ehlibeyt kaynaklarından da almaya devam ediyoruz.
İslamiyet’i nasıl yorumluyorsunuz sorusuna gelirsek: İslam dini Yüce Allah’ın Hak dinidir. Yalnız Hz. Muhammed değil bütün peygamberler Müslümanlıktan söz etmişlerdir. Müslümanlık yüce Allah’ın varlığına, birliğine, ezeli ve ebedi olduğuna inanmak; sonsuz bir ilme ve kudrete sahip olduğunu kabul etmek; hiç kimseye zarar vermemek, insanlık ve medeniyete sahip olmak demektir. İnsanlığa zarar veren, fesat yaparak huzuru bozan, toplumu karıştıran Müslüman değildir. Maalesef son zamanlarda, çocukları öldürenlere, kadınlara tecavüz edenlere, kafa keserken tekbir getirenlere haberlerde şahit olmaktayız. Bunlar utanç verici görüntülerdir ve bunları yapanların Müslümanlığından bahsetmek mümkün değildir.
Alevi Toplumu ibadet olarak tanrı ile bütünleşmede, tanrıya yakınlaşmada hangi yöntemleri kullanıyor? Arapça konuşan bir Alevi, Hatay ve Antakya’da dini pratikleri nasıl öğrenir, nasıl uygular?
Alevi toplumun ibadetini soruyorsunuz. Değerli arkadaş, bilesiniz ki ‘ibadet’ kelimesi kulluk etmek demektir. Yüce Allah’ın nurundan yaratılan Hz. Muhammed bile Yüce Allah’ın resulü ve kuludur. O en değerli varlık olan Allah’ın kulu ise bizler ve sizler onun yanında neyiz? Bütün peygamberlerin insanlığı aynı hedefe davet ettikleri bilinmelidir. Tümü de Allah’ın varlığına, birliğine ve itaatine insanları çağırmışlardır. Her birinin ibadet şekli diğerinden farklı olduğu açıktır. Hz. Muhammed ta 40 yaşına gelene kadar daha cami yoktu, kıble ve kitap yoktu. Acaba bu süre zarfında zamanını ibadetsiz mi geçirdi? Elbette hayır. Hz. İsa’da aynı şekilde vefatından sonra havarileri ilk toplantıyı Saint Pierre Kilisesinde gerçekleştirmişlerdi. Binaen aleyh Hz. İsa’nın çocukluğundan beri yüce Allah’ın ona namazı emrettiği bildirilmiştir. Bu örnekleri niye gösterdiğimizi izah edeyim. Allah’a ibadet tek bir yerde tek bir şekilde münhasır değildir. Alevi inancımızda Allah’a ibadetin camide, cem evinde, türbede, havrada, kilisede bahçede, evde, trende, uçakta, vapurda ve her yerde yapılabildiğine inanıyoruz. Çünkü Hz. Yunus peygamber, balığın karnında Yüce Allah’ı tesbih ettiği ve yüce Allah’ın bu tesbihi kabul ettiği zikredilmiştir. Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “ Feeyne metuvellufesemmavechullah” nereye yönelirseniz yüce Allah’ın mübarek yüzü oradadır. Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de, ağaçların ve dağların bile kendisine secde ettiklerini bildirmiştir. Bunların camileri olmadığı halde; düşünün ve ibret alın. Hz. Ali diyor ki: “Her kim, diğer insanlara zarar vermediği takdirde inancında hürdür.” Hz. Muhammed bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki: ” Bir saat adalet yetmiş yıl ibadetten daha hayırlıdır.’’ Hiç kimse, kimsenin ibadetinden sorumlu değildir; sadece kendi amelinden sorumlu olduğunu unutmamalıdır.
Hep iddia edilen bir söylenti var: Kuran-ı Kerim’in bazı ayetleri, sureleri, değiştirilmiştir, çıkarılmıştır gibi. Bu söylentiler bazı kitleler tarafından da benimsenebiliyor. Sizin bu konudaki görüşleriniz nedir?
Ehlibeyt imamlarından Hz. İmam Cafer el-Sadık’a Kuran-ı Kerim’de bazı ayetlerin ve surelerin değiştirilmiş olabilmeleri sorulduğunda şu şekilde cevap vermiştir:”Elinizdeki mevcut olan Kuran ile amel edin size kâfi gelir.” diye buyurur ve yüce Allah Kuran-ı Kerim’de “Biz zikri (Kuran-ı) indirdik ve biz onu koruyacağız.” Demektedir. Bu ayete ve hadise dayanarak bunlara kulak vermiyoruz ve bu gibi söylentileri makul görmüyoruz.
Türki yede en az 15 milyon Alevi var ve bunların içerisinde farklı isimlerle farklı gelenekleri yaşatan farklı gruplarda var.Ama özü itibariyle hepsi Ehlibeyte bağlı büyük bir kitle. Alevi toplumun önemli bir kısmının çeşitli inanç ve ibadetler bakımından farklılıklar gösterdiğini, bunların tümüyle birbiriyle örtüştüğü, birbirini tamamladığını, aralarında ayrılık olmadığını görüyoruz. Ehlibeyt konusunda bir farklılık yok ama ibadetler konusunda, İslam’ın ve imanın şartları konusunda ve bunların hayata geçirilmesi konusunda farklılıklar var. Bu neden kaynaklanmaktadır?
Türkiye cumhuriyetinde 15 milyon alevinin olduğunu söylediniz. Belki de daha fazla, 20 milyona yakın olduğunu söyleyenler de var. Gerçeği Allah bilir, bunlar tabidir ki farklı isimlerle farklı geleneklere sahip oldukları malumdur. Her toplumun yaşadığı yöreden ve çevreden etkilendiği söylenebilir. Mesela Anadolu Alevilerinin bizden farklı olmalarının sebeplerinden biri, bizim Arapça biliyoruz olmamızdır. Bizler Arapça bildiğimiz için Kuran-ı Kerim’den kendilerinden daha fazla faydalandık. Onların daha çok, Hacı Bektaş-i Veli’nin, Yunus Emre’nin ve Ahmet Yasevi’nin kültürlerinden etkilendikleri söylenebilir. İnanç yönünden hepsinin Alevi olarak adlandırıldıkları ve Ehlibeyte tabi oldukları malumdur. Diğer cemaatlerde de çeşitli mezhepler olduğu gibi, mesela Sünnilik; Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli, Hiristiyanlık; Ortodoks, Protestan, Katolik gibi fırkalara ayrılmıştır. Fakat biz inanıyoruz ki bütün bu ayrılmaların temel sebebi siyaset ve cahilliktir. Emin olunuz ki yüce Allah’ın katında din veya mezhep ayrımı yoktur. Yüce Allah’ın katında güzel ahlak, salih amel ve takva sahibi olmak vardır. Kuran-ı Kerim’de “İnne ekremekum indallahi etkakum” Güzel ahlak, salih amel ve takva, bu üç sıfat herhangi bir dinde veya inançta bulunmuyorsa o inanca tabi kişilerin dinden ve imandan bahsetmeleri abestir.
İslam’ın ve imanın şartlarını siz nasıl yorumluyorsunuz? Sizce Alevi’siyle, Sünni’siyle herkes bunu nasıl yorumlamalı? Diğer yorumlar insanın inancına göre değişebilir fakat İslam’ın ve imanın şartları konusunda siz ne düşünüyorsunuz? Namaz, hac, oruç gibi konularda?
İslam’ın ve imanın şartlarına gelince, bilindiği gibi İslam’ın şartları oruç tutmak, namaz kılmak, hacca gitmek, zekât vermek ve şahadet getirmek. İmanın şartları ise Allaha, peygamberlere, meleklere, kutsal kitaplara ve ahirete inanmak olup bütün bunları sadece dili ile kabul ettiğini söyleyen her kimsenin Müslüman veya iman sahibi olduğunu kabul etmek büyük bir yanılgıdır. Çünkü zamanımızda müslümanım diyen herkes bunları kabul etmektedir. Fakat son zamanlarda bazı sözde Müslümanlardan son derece utandırıcı davranışlar görüyoruz. Demek oluyor ki sadece bu şartları kabul etmekle Müslüman olunmadığını bilmeliyiz. Mesela Hz. Muhammed hadisi şerifinde “Bizi aldatan bizden değildir.” demektedir. Ve yine Hz. Muhammed’e, Müslüman kimdir? Diye sorulduğunda:“El âlem kimin şerrinden salim kalırsa o Müslüman dır.”diye buyurmuştur. Yalnız bunları göz önüne alacak olursak o zaman kimin gerçek Müslüman olduğu belli olur.
Hz. Muhammed‘in şart koştuğu davranışlardan bazıları şunlardır:
1. Doğruluk imandandır.
2. Utanmak imandandır.
3. Sabır imandandır.
4. Ali himmet imandandır.
5. Vatan sevgisi imandandır
Güzel ahlakı, terbiyeyi ve insanlığı gerektirecek, ancak bu davranışları gösterene gerçek Müslüman diyebiliriz. Herhangi bir Müslümanın namaz kılıp, oruç tutup, hacca gidip ondan sonra insanları aldatacak ve insanlara zulüm edecek olursa o ibadetinin ne önemi kalır? Herhangi bir insan gayrimeşru davranışlar yapıp oruç tutar namaz kılar hacca giderse sizce kendini kurtarabilirmi? Mesela hac ibadeti; Kâbe yüce Allah’ın evi ve Hz. Ali’nin doğduğu yer olup dünyanın en mukaddes yeri olduğunu kabul ederiz. Ben Hacca karşı değilim. 1985 yılında Hacca gittim. Oradaki kutsal mekânları ziyaret ettim. Fakat başkalarının anladığı gibi orası temizlenme ve arınma yeri değildir. İnsanlara zarar veren, insan haklarına tecavüz eden veya kul hakkı borcu olan birinin oraya gitmesiyle tüm günahlarının silineceğini zannetmesin. Hakkı, sahibine ödeyip tövbe etmekle Cenabı Allah ancak affeder. Yoksa kul hakkıyla oraya gitmenin bir faydası yoktur. Oruç tutmanın büyük ve değerli bir anlamı vardır. Bir insanın nefsine hâkim olabilmesiyle yüce Allah’ın cennetini hak edeceğini Kuran-ı Kerim bildirmiştir. Demek oluyor ki bütün ibadetlerin yegâne gerçeği insanlık, medeniyet, terbiye ve güzel ahlaktır.
Yüzyıllardır tartışılan, bazı kesimlerce kabul edilen, bazı kesimlerce de kesin olarak reddedilen Reenkarnasyon (yeniden doğuş) konusunda düşünceleriniz nedir?
Evet yüzyıllardır Reenkarnasyon konuşup tartışılmaktadır. Biz Aleviler olarak buna inanıyoruz. Dayandığımız gerçek, Allah’ın kitabıdır. Buna yalnız biz aleviler inanmış değiliz. Avrupa ülkelerinden olsun başka inançlardan olsun, hatta meşhur bilim adamlarına kadar buna inancı olan ve bu konuda yazılan eserleri mevcuttur. Bazı bilim adamlarının, eski düşünürlerin ve bunların arasında Sokrates’in bile inandığı kaydedilmiştir. Aleviler olarak Reenkarnasyona inancımızın dayanağı başta Kuran-ı Kerim olmak üzere akıl ve mantıktır. Aklın hükmü ile, insanoğlu bir yaşamda ne Cenneti hak eder ne de cehennemi. Çünkü insanlar aynı koşullara sahip değiller, birbirinden çok farklı yaşam koşullarında hayatlarını sürdürmektedirler. Amerika’da ya da Avrupa’da bolluk ve refah içinde doğan bir bebek ile Afrika’da açlık ve yoksulluk içinde doğan bir bebeği düşündüğümüz zaman onlara verilen yaşam hakkı doğrultusunda bir farklılık olduğunu açık bir şekilde görebiliriz. Başka bir örnek verecek olursak, sağlıklı doğan biri ile sakat doğan biri arasında bir farklılık yokmudur? Bu örnekler doğrultusunda Reenkarnasyon yoktur dediğimizde Yüce Allah’ın adaletine ters düşen bir durum olmuyor mu?
Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de:
“Allah’ın mahlûku ilk başta nasıl yaratıldığını (ölümden sonra) tekrarlandığını görmediler mi? Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır” (Ankebut sur.19)
“İlkin mahlûkunu yaratıp ölümden sonra bunu tekrarlayan odur ki onun için pek kolaydır” (Rum sur. 27)
‘’İlk yaratılışta acizlik mi gösterdik? Hayır, onların yeni bir yaratılıştan şüphe etmektedirler” (Kaf sur.15)
“Ölümü aranızda takdir eden biziz ve biz önüne geçebileceklerden değiliz. Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir yaratılışta tekrar var edelim diye ölümü takdir ettik’’ (Vakia sur.60-61)
Bu ayetleri yüce Allah buyurmuştur. Bunlara benzer Kuran’da nice ayetler mevcuttur. Biz bu gerçeklere dayanıyoruz. Dinde dayatma yoktur. İsteyen istediğini kabul eder ve inanır.
Bu konuyla ilgili yazmış olduğum “Yaratıcının Azameti ve Kurandaki Reenkarnasyon” adlı kitabım vardır. Konuya ilgisi olanlara takdim edilir.
Hatay ilimiz için düşünceleriniz nelerdir? Bu kardeşlik ve hoşgörü nasıl sağlanmıştır? Neler söylemek istersiniz?
Hatay için söylenecek çok şey var. Ama şu şekilde özetleyebilirim. Geçmişten günümüze farklı din, kültür ve inançların bir arada yaşadığı örnek bir şehirdir. Birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır.
Antakya da yaşayan muhtelif din ve inançlara mensup insanların tümünün ibadet yerleri mevcuttur. Hatay da Cami vardır, kilise vardır, havra vardır, Ziyaret ve türbe de vardır. Herkes kendi inancı ve adetleri gereği ile ibadetini, kültürlerini örf ve adetlerini rahatça icra ettirmektedirler. Hiç kimse diğerinin ibadetine ve kültürüne asla karışmaz, Birbirlerine saygılı ve hoşgörülü bir şekilde yaklaşırlar. İnsanlığın ve medeniyetin özü ve gerçeği bu değilmidir?
Antakya da bulunan tarihi ve kutsal mekânlar mevcuttur. Samandağı ve Harbiye de Hz. Hızır ile Hz Musa’nın buluştukları yer olan Hz. Hızır Makamı, Antakya’nın doğusunda Hz. İsa’nın Havarileri, Hz. İsa’dan sonra ilk toplantıyı Saint Pierre kilisesinde yaptıklarından dolayı Hıristiyanlar tarafından çok kutsal bir yer olarak kabul edilmektedir. Hz. İsa’nın havarilerinden ve kuranı kerimde zikri geçen Habibi Neccar Makamı, şehrin ortasında Cebrail Tepesi, Harbiye de Hz. Yunus ve Hz. idris peygamberlerin türbeleri, Antakya da Hz. Muhammed in zamanında müezzin olan Bilal Habeşin in türbesi, Antakya’nın doğusunda Hz. Muhammed’in akrabalarından ve kıdemli sahabelerinden Cafer Ettayarın türbesi, yinede değerli sahabelerden Mikdat Elkindi’nin türbeleri mevcuttur.
Bu gibi dini ve tarihi eserlerin mevcudiyetinden dolayı Antakya şehrimiz kutsallık kazanmıştır. Samandağ da tek bir ermeni köyü olan Vakıflı Köyünün Alevi cemaatleri yanında ne kadar emin ve rahat bir yaşam sürdürdüklerini kendileri bizzat itiraf etmektedirler.
Bizim ailemiz, eskiden ecdatlarımız ve büyüklerimiz o zamanın farklı inançlara sahip din büyükleri ile yakınlığı ve dostluğu vardır. Birbirlerinin ziyaretlerine gidip gelirlerdi. Bizde bu münvel üzere dedelerimizden ve büyüklerimizden aldığımız terbiye ile ve dinimizin gerektirdiği bu kardeşlik ve hoşgörüyü tatbik etmek ve ettirmek gayreti içerisindeyiz.
Son 5 yıldan buyana maalesef Ortadoğu ve İslam ülkelerinde tanık olduğumuz ve İslam a yakışmayan olayların, başta ülkemize ve ayrıca ilimize maddi manevi olumsuz etkileri olmuştur. Allaha şükürler olsun ki ilimizde yaşayan insanların sağduyulu, temkinli ve dirayetli olmaları sebebi ile en az seviyede etkilenerek bu zor süreci atlattığımıza inanıyorum.
Geçen yıllarda ülkemizi savaşa sokma girişimleri olmuştur. Savaş hiç kimseye bir fayda getirmez. Yüce Allahın emrettiği gibi ‘Ey İman edenler hep birlikte silme yani barışa giriniz.’ Allaha inanan her insan bu ayeti kerimenin tatbiki için gayret etmesi gerekmektedir.
Yüce Allah başta İlimizi ve ülkemizi her türlü bela ve musibetten korusun. Her zaman bunun için dua ediyoruz. Yüce Allahın lütfünden ve inayetinden niyaz eylerim.
Bildiğimiz kadarıyla Alevilerde Hz Hıdır inancı da vardır. Hz Hıdır a.s ile ilgili ne söylemek istersiniz? Bu konu hakkında kısaca bilgi verir misiniz?
Hz. Hıdır a.s.’ın Alevilerde ayrı bir yeri vardır. Kutsiyeti ve önemi büyüktür. Hz Hıdır (a.s.) Tevrat ve İncil’de İliya ve Mar Circus isimleriyle zikredilmektedir. Kuran-ı Kerim’de ise, ‘Yüce Allah’ın salih kullarından bir kul’ diye zikri geçip ona, ’rabbinin rahmetinden ve ledünni ilminden ihsan edilen Hz. Hızır’ olarak söz edilmektedir.
Samandağ’da ve Harbiye Karyer Mahallesi’nde bir makamı vardır. Bu kutsal makamlar Kuran-ı Kerim’de ‘yüce Allah’ın salih kullarından bir kul’ diye tanıtılan ve ona, ‘rabbinin rahmetinden ve ledünni ilminden ihsan edilen Hz. Hızır’ın, Hz Musa ile buluştuğu kutsal yerlerdir. Bu hadiseyi kısaca anlatacak olursak:
Hz. Musa genç yoldaşına (Yuşa) iki denizin birleştiği yere kadar varılacağını söyler. İki denizin birleştiği yerin neresi olduğu açık bir şekilde beyan edilmemiştir. Ancak, tefsirlere göre iki denizin birleştiği yer, Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın buluştukları yerdir. Hz. Musa zahir âleminin, Hz. Hızır ise batin âleminin denizidir. Hz Musa, Hz. Hızır’dan (Salih kuldan) haiz olduğu ilimlerden faydalanmak amacıyla ona tabi olmasını talep eder. Hz. Hızır: ‘‘Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin’’ der
Hz. Musa, Hz Hızır ile beraberliği sürecinde üç farklı durumda Hz. Hızır’ın tavrı (gemiyi delmesi, çocuğu öldürmesi ve yıkılacak duvarı düzeltmesi) karşısında meselelerin iç yüzünü bilemediğinden dolayı, kendisine karşı gelmeyeceğine söz vermiş olmasına rağmen itirazda bulunur ve birbirlerinden ayrılmalarına neden olur.
Bu gibi beyanatlara göre Hz. Hızır’ın ledünni(ilahi) ilimlere vakıf olmasından dolayı üstünlük kazanmış olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca yüce Allah; her meselenin bir iç yüzü olduğunu, her şeyin bir sırrı ve hikmeti olabileceğini biz insanlara göstermek amacıyla bu hadiseleri vuku ettirmiştir. Bu hadise Kuran’ı Kerim’de Kehf suresinin 60. ayetinden 82. ayetine kadar anlatılmaktadır.
Alevi inancında ve geleneğinde diğer Müslümanlardan ziyade olarak kutlanan bayram ve önemli günler vardır. Bunlar hakkında bizlere bilgi verir misiniz? Mesela bu aralar Nevruz ayı içindeyiz.
Nevruz bayramı ve tarihçesi hakkında da ne söylemek istersiniz?
Bu sorunuza cevaben, biz Alevilerin bütün peygamberlere inancımız ve sevgimiz vardır. Hz Muhammed’i gönderen kimdir? Yüce Allah değil midir? Hz Musa, Hz. İsa, Hz. Davut? Aynı şekilde bunları da gönderen yüce Allah’tır. Kuranı Kerim’de “le nuferriku beyne ehedin min rusulih” Biz onun resulleri arasında hiç birini bir diğerinden ayırmayız.(Bakara suresi 285)
Bundan dolayı, Yüce Allah tarafından insanlığa gönderilen bütün peygamberlere ve onlarla ilgili kutsal günlere de inanıyoruz. Binaen aleyh her bir Peygamberin zamanında cereyan eden hadiselerin çoğunu tanımaktayız. Örnek olarak Hz. Muhammed’in(s.a.v) Hz Ali ye biat ettiği gün olan Gadir Bayramı. Alevilerin en büyük bayramıdır. Bu hadise hem Kuran- Kerim’de hem de tarihte zikri mevcuttur. Birçok Sünni kaynağında da geçmektedir. Bayramların, en eski zamana ait olanı Nevruz Bayramı, Ehlibeytin öğretilerinde; yüce Allah’ın Hz Adem’in tövbesini kabul ettiği gün olarak kaydedilmiştir. Yine aynı şekilde Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı ve yüce Allah: ‘’Ey ateş! İbrahim’e soğuk ve selamet ol.’’ denildiği gündür. Diğer peygamberlerin zamanında cereyan eden hadiseler gibi. Mesela yüce Allah Tur Dağı’nda Hz. Musa’ya nur sıfatı ile tecelli ettiği gün, Hz. Musa’nın Firavunu denizde boğdurduğu ve kavmi ile kurtulduğu gün, Hz. İsa’nın çarmıha gerildikten sonra göğe yükseldiği gün, Aynı şekilde, Hz. Muhammed’in Mirac Gecesinde 7 kat göğe yükseldiği gün, Peygamberler zamanında cereyan etmiş olup, Kuran-ı Kerim’de ve tarihte geçen, bu ve buna benzer, önemli ve kutsal günleri tanımakta ve kutlamaktayız.
Nevruz Bayramını ve Tarihçesini biraz anlatır mısınız?
İlk önce şunu belirtmek isterim ki ‘Nevruz’ kelime olarak ‘yeni gün’ demektir. Nevruz günleri, kışın bittiği-yaz günlerinin başladığı günlere denk gelmektedir ki 15 Marttan 15 Nisan’a kadarki günlerde kutlanmaktadır. ‘Nevruz’ kelimesinin Farsça bir kelime olduğuna işaret eden anlamlarından birisi de, yüce Allah-ı bilmek ona inanmak ve itaat etmek kurtuluş yoludur demektir.
Nevruz bayramının ne zamandan beri kutlandığı hususu tam olarak bilinmediği gibi çok eski tarihlere dayanır. Hz. Peygamber efendimizin Arap kavminde zuhur etmeden önce Nevruz bayramı Fars diyarında kutlanıyordu. O zamanlardan beri Nevruz günlerinde ateş yakmak, ölülerin mezarları üzerine ve hastalara su serpmek, dua okumak, yemek dağıtmak ve yumurta boyamak gibi adet ve gelenekler mevcut idi. Son zamanlarda Nevruz günlerinde yaşanan yersiz ve üzücü hadiselerin, bayramın özüyle hiç bir ilgisi olmadığı bilinmelidir.
Bu mübarek ve kutsal günlerde hoşgörü, eşitlik, yardımlaşma ve yüce Allah’a yaklaşmak yerine; vurmanın, kırmanın, insanlara eziyet etmenin hiç bir anlamı olmadığı gibi büyük günahları vardır. Ehlibeyt imamlarından Hz. Cafer El Sadık’a bu gibi günde ateş yakmanın ne anlam taşıdığını sorulduğunda şöyle izah etmiştir. Bu gibi günde cenabı Allah, Hz. Adem’in tövbesini kabul etmiştir. Bu hadisenin ne zaman vuku bulduğunu Allah’tan başka hiç kimse bilmemektedir. İşte Nevruz bayramının bu kadar eski bir tarihe dayandığını anlatmak için kâfi bir örnektir ve şöyle devam eder. Bugün, Hz. Nuh’un gemisi Cudi Dağı’na oturmuştur. Bugün, Hz. İbrahim ateşe atıldığı ve yüce Allah’ın ateşe ‘soğuk ve selamet ol’ dediği gündür. Bugün Hz. Davut’un Calut’u öldürdüğü gündür. Bugün, yüce Allah’ın Hz. Musa’ya nur sıfatı ve ateş şekli ile tecelli ettiği gündür. (Bugünde ateş yakmak bu hadiseyi işaret etmektedir.) Bugün, Hz. Asıf’ın Hz. Süleyman’a ona gözünü açıp kapatmadan önce Yemen melikesi ‘Belkis’in arşını getirdiği gündür. Bugün, Hz. İsa’nın göğe yükseldiği gündür. Bugün, Hz. Muhammed’in (s.a.v) Hz. Ali’yi omzuna alarak Beyt’ul Haram’ın üzerine çıkartıp putları kırdığı gündür.
İşte Nevruz bayramının kutsallığını ve hangi manaları taşıdığını anlamak isteyenlere bu ifadelerle izah edebiliriz. Bugün, yüce Allah’ın bütün Peygamberleri zafere ulaştırdığı ve düşmanlarına karşı peygamberlerin galip geldiği gündür. Su serpme olayının da anlamı şudur: İsrail oğulları zamanında 3 yıl yağmur kesilir ve çok zor bir durum karşısında kalırlar. Daha sonra Allah’a tövbe edip niyazda bulunurlar. Genç ihtiyar çoluk çocuk herkes sahralarda toplanıp Allah’a dua eder.
Yüce Allah tövbelerini ve dualarını kabul eder. Ardından rahmetini kendilerine yağdırdığında yağmurun altında koşuşarak Allah’a şükrederler. Böylece dünyada ilk defa yağmur duasıyla cenabı Allah, rahmetini üzerlerine indirmiş olur. Ve böylece su serpmesi bir gelenek haline gelmiş olmaktadır. Her akıl, iman ve idrak sahibi bu gibi kutsal günlerde salih amel işleyerek yüce Allah’ın rızasını kazanmaya çalışır. Salih amellerde bulunmak, sadaka dağıtmak, ihtiyaç sahiplerine yardım etmek çok değerli ibadetlerdir.
Bu çok değerli ve kutsal günlerde duaların, sadakaların ve salih amellerin yüce Allah tarafından kabul edileceği ve sevapların kat kat kazanılacağı bildirilmiştir.
Son olarak yazmış olduğunuz Kitaplarınızı görüyorum.Kitaplar hakkında kısaca bilgi verir misiniz.?
Bildiğiniz üzere Alevilerin kendi inanç ve öğretileri ile ilgili başvuracağı ve eğitim alacağı resmi okulları yoktur. Bu gibi bilgi ve öğretiler geçmiş ten günümüze aile yolu ile gelmektedir.
Gençlerimize, kadınlarımıza, insanlarımıza ve merak eden herkese bu konularda bir nebze katkı sağlamak amacıyla ile Aleviliğin doğru tanınması, bilinmesi ve öğrenilmesi ile yazmış olduğum 3 kitap ve 2 kitapçık vardır. Bunlardan birincisi “İlk Alevi Kimdir” (7.basım) , “Gerçek İnsanlık ve Din” (2.basım), “Yaratıcının Azameti ve Kurandaki Reenkarnasyon”(3.Basım), ve bunlarla beraber kitapçık olarak “Alevilik Nedir” (5.basım), “İnsanlık ve Medeniyet Dinlerin Özüdür “(2.basım) olarak İstanbul da basılıp tüm Türkiye de okuyuculara ulaşmış ve ulaşmaktadır. Bu konulara meraklı okuyucuların bilgisine sunarım. Ayrıca bu kitapların basılmasında katkı sağlamış olan bazı hayırseverler vardır buradan onlara teşekkür etmek istiyorum.