Hatay farklı etnik ve dini grupların yüzyıllardır birlikte yaşadığı çok kültürlü bir yapıya sahiptir. Hatay’da yaşayan topluluklar herhangi mezhepsel çatışmalar olmaksızın bir ve beraber yaşamayı temel edinmişlerdir. Tüm etnik ve dini gruplar barış ve hoşgörü içinde yüzyıllardır yaşamayı sürdürüyor. Boşuna dememişler “Medeniyetler şehri Hatay” diye. Medeniyet ve mozaik kelimesinin anlamlarına sonuna kadar yakışıyor bu şehir.
Hatay’da bulunan tüm etnik ve dini gruplar arasındaki hoşgörü ve etkileşimin en iyi örneği ise dosya haberimizde sizlere aktaracağımız türbe inancı olacak. Haberimizde sizlere türbe inancının öneminden bahsederken, en önemli türbelerden biri olan ve Samandağ’da bulunan Hızır Aleyhisselam Türbesini dergimize konu edeceğiz.
Geçtiğimiz yıllarda EHL-İ BEYT Kültür ve Dayanışma Vakfı (EHDAV) Basın sözcülüğü yapan Sedat Bilgin’den aldığımız bilgiler doğrultusunda sizlerle Hz. Hızır (A.S) ile Hz. Musa (A.S) arasında geçen kıssa ile Samandağ deniz Türbesi’nde gerçekleşen olayı aktarıyoruz.
Hatay ilinde çok sayıda türbe içinde en ünlüsü Samandağ’da yer alan türbedir. Hz. Hızır ile Hz. Musa’nın buluştuğu yer olarak kabul edilen kayanın üzerine kuruludur. Hızır Türbesi’nin bir tarafı 14 kilometreyi bulan uzunluğu ile dünyanın en uzun kumsalı olarak adından söz ettiren Çevlik Sahili yer alırken diğer tarafında ise Samandağ ilçesine 6 km. uzaklıktaki Hıdırbey köyünde bir dere kenarında bulunan “Musa Ağacı” yer alıyor.
Musa ve Hıdır’ın buluştuğu yerin yani “Mecma’ül- Bahreyn”in “Samandağ” olduğuna inanılmaktadır. Buradaki Türbenin girişinde bununla ilgili bilgi verilmiştir. Samandağ’ın, Asi nehrinin denize dökülen yer olması, “Mecma’ül- Bahreyn”in insanların kabulünde burası olmasını kuvvetlendirmiştir.
Bilindiği üzere Hz. Musa ( A.S ) Yüce Allah ( C.C ) İle Konuşan tek peygamberdir. Hz. Musa Tur Dağı’ndaki ateşin yanına vardığında, çok büyük bir gerçekle yüz yüze geldi. Allah Hz. Musa’ya bir çalıdan seslendi ve ona vahiyde bulundu. Allah bu ilk vahyi Kuran’da şöyle haber verir:
Derken oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vadinin sağ yanında olan bir ağaçtan: “Ey Musa, Âlemlerin Rabbi olan Allah Benim;” diye seslendi. (Kasas Suresi, 30) “Ey Musa. Gerçekten Ben senin Rabbinim. Ayakkabılarını çıkar; çünkü sen, kutsal vadi olan Tuva’dasın. Ben seni seçmiş bulunuyorum; bundan böyle vahyolunanı dinle. Gerçekten Ben, Allah’ım, Ben’den başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.” (Taha Suresi, 11-14)
Bu, Hz. Musa’nın aldığı ilk vahiydir ve artık o Allah’ın elçisidir. Allah onu elçi olarak seçtiğini bildirmiştir. Allah ona bir ağaçtan seslenmiştir ve insanın dünyada ulaşabileceği en şerefli makamla şereflendirmiştir. Tur’da gerçekleşen bu olayda dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta vardır. Allah’ın Hz. Musa ile konuşması, Allah bir ağaçtan Hz. Musa’ya seslenmiştir. Allah, Hz. Musa’ya konuşacak kadar yakındır. Aslında Allah herkese konuşacak kadar yakındır. Mesela siz bu yazıları okurken de Allah size en yakındır. Sizinle konuşacak, sizin sesinizi duyacak ve size de sesini duyuracak kadar yakındır. Allah bizim her konuşmamızı duyacak kadar yakındır. Hatta biz fısıldasak bile O bizi duyar. Bu gerçeği Allah Kuran’da, Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf Suresi, 16) ayetiyle haber verir.
Ve bir gün Hz. Musa, Allah ile konuşurken “Ey Rabbim benden daha âlim olan kimse var mıdır?” Bu soru üzerine Allah; “Ey Musa senden daha âlim olan biri vardır. İki denizin birleştiği yerde bulunan bir kulum senden daha âlimdir” diye ona vahyetti.
Hz. Musa ise; “Ey Rabbim ben onu nasıl bulabilirim?” diye sordu. Allah, kendisine “Ey Musa Bir zenbile bir balık koy onu sırtına al. Balığı nerede kaybedersen o zat (kulum) oradadır.” dedi.
Hz. Musa, bunun üzerine kendisiyle beraber, hizmetçisi olan Yuşa İbnu Nun ile yola çıktı. Beraberce yürüyerek bir kayanın yanına geldiler. Hz. Musa ve hizmetçisi Yuşa İbnu Nün dinlenmek üzere orada yattılar. Balık kımıldayarak zembilden (sepetten) çıkıp denize kaydı. Allah ondan suyun akıntısını tuttu. Öyle ki su kemer gibi oldu. Balık için bir kanal meydana gelmişti. Hz. Musa ve hizmetçisi Yuşa İbnu Nun bu manzaraya şaşırdılar. Günlerinin geri kalan kısmı ile o gece boyu da yürüdüler.
Musa’nın arkadaşı ona, balığın gitmesini haber vermeyi unutmuştu. Sabah olunca Hz. Musa hizmetçisi Yuşa İbnu Nun’a
“Sabah kahvaltımızı getir. Biz bu yolculukta yorulduk” dedi.
Ama emrolunduğu yere gelinceye kadar yorulmamıştı. Hizmetçi Yuşa İbnu Nun, “Ey Musa Hani bir kayanın yanına gelmiş yatmıştık ya! Ben balığı orada unuttum. Onu hatırlatmayı, bana mutlaka şeytan unutturdu. Balık denize şaşılacak şekilde sıvışıp gitmişti” dedi.
Musa: “Bizim aradığımız orasıydı” dedi ve hemen izlerinin üzerine geri döndüler. İzlerini takiben yürüyerek kayaya kadar geldiler. Musa orada örtüsüne bürünmüş bir adam gördü ve ona selam verdi. Hızır ona: “Senin bu yerinde selâm ne gezer!”
“Ben Musa’yım.”
“Ben İsrail’in Musa’sı mı?”
“Evet.”
“Sen, Allah’ın sana öğrettiği bir ilmi bilmektesin ki ben onu bilmem. Ben de Allah’ın bana öğrettiği bir ilmi bilmekteyim ki, onu da sen bilemezsin.
Allah’ın sana öğrettiği hakkı bana öğretmen şartıyla sana uymamı kabul eder misin?
Sen benimle beraber olmak sabrını gösteremezsin. Mahiyet ve hikmetini bilmediğin şeye nasıl sabredeceksin ki? Dedi.
Hz. Musa Hz. Hızır’a “İnşallah sen beni çok sabırlı bulacaksın. Hem ben senin hiç bir emrine karşı gelmeyeceğim.”
“Öyleyse gel. Ancak, madem bana tabi olacaksın, ben sana haber vermedikçe bana hiç bir şey sormayacaksın!” dedi.
Hz. Musa “Tamam” dedi.
Hz. Musa ve Hz. Hızır beraberce yola koyuldular. Deniz kıyısında yürüyorlardı. Bir gemiye rastladılar. Kendilerini gemiye almalarını söylediler. Gemi sahipleri Hızır’ı tanıdılar. Ve ücret istemeksizin onları gemiye aldılar.
Hızır, gidip, geminin tahtalarından birini deldi.
Hz. Musa ona:
“Bak, bunlar bizi bedava gemilerine aldılar, sen gidip gemilerini deldin, adamları boğacaksın. Hiç de yakışık almayan bir iş yaptın” dedi.
Hz. Hızır , “Ben sana benimle bulunmaya sabredemezsin demedim mi?” dedi.
bulabilirim?” diye sordu. Allah, kendisine “Ey Musa Bir zenbile bir balık koy onu sırtına al. Balığı nerede kaybedersen o zat (kulum) oradadır.” dedi.
Hz. Musa, bunun üzerine kendisiyle beraber, hizmetçisi olan Yuşa İbnu Nun ile yola çıktı. Beraberce yürüyerek bir kayanın yanına geldiler. Hz. Musa ve hizmetçisi Yuşa İbnu Nün dinlenmek üzere orada yattılar. Balık kımıldayarak zembilden (sepetten) çıkıp denize kaydı. Allah ondan suyun akıntısını tuttu. Öyle ki su kemer gibi oldu. Balık için bir kanal meydana gelmişti. Hz. Musa ve hizmetçisi Yuşa İbnu Nun bu manzaraya şaşırdılar. Günlerinin geri kalan kısmı ile o gece boyu da yürüdüler.
Musa’nın arkadaşı ona, balığın gitmesini haber vermeyi unutmuştu. Sabah olunca Hz. Musa hizmetçisi Yuşa İbnu Nun’a
“Sabah kahvaltımızı getir. Biz bu yolculukta yorulduk” dedi.
Ama emrolunduğu yere gelinceye kadar yorulmamıştı. Hizmetçi Yuşa İbnu Nun, “Ey Musa Hani bir kayanın yanına gelmiş yatmıştık ya! Ben balığı orada unuttum. Onu hatırlatmayı, bana mutlaka şeytan unutturdu. Balık denize şaşılacak şekilde sıvışıp gitmişti” dedi.
Musa: “Bizim aradığımız orasıydı” dedi ve hemen izlerinin üzerine geri döndüler. İzlerini takiben yürüyerek kayaya kadar geldiler. Musa orada örtüsüne bürünmüş bir adam gördü ve ona selam verdi. Hızır ona: “Senin bu yerinde selâm ne gezer!”
“Ben Musa’yım.”
“Ben İsrail’in Musa’sı mı?”
“Evet.”
“Sen, Allah’ın sana öğrettiği bir ilmi bilmektesin ki ben onu bilmem. Ben de Allah’ın bana öğrettiği bir ilmi bilmekteyim ki, onu da sen bilemezsin.
Allah’ın sana öğrettiği hakkı bana öğretmen şartıyla sana uymamı kabul eder misin?
Sen benimle beraber olmak sabrını gösteremezsin. Mahiyet ve hikmetini bilmediğin şeye nasıl sabredeceksin ki? Dedi.
Hz. Musa Hz. Hızır’a “İnşallah sen beni çok sabırlı bulacaksın. Hem ben senin hiç bir emrine karşı gelmeyeceğim.”
“Öyleyse gel. Ancak, madem bana tabi olacaksın, ben sana haber vermedikçe bana hiç bir şey sormayacaksın!” dedi.
Hz. Musa “Tamam” dedi.
Hz. Musa ve Hz. Hızır beraberce yola koyuldular. Deniz kıyısında yürüyorlardı. Bir gemiye rastladılar. Kendilerini gemiye almalarını söylediler. Gemi sahipleri Hızır’ı tanıdılar. Ve ücret istemeksizin onları gemiye aldılar.
Hızır, gidip, geminin tahtalarından birini deldi.
Hz. Musa ona:
“Bak, bunlar bizi bedava gemilerine aldılar, sen gidip gemilerini deldin, adamları boğacaksın. Hiç de yakışık almayan bir iş yaptın” dedi.
Hz. Hızır , “Ben sana benimle bulunmaya sabredemezsin demedim mi?” dedi.
Hz. Musa, “Unuttuğum şey sebebiyle beni mazur gör. Bu iş sebebiyle bana zorluk çıkarma!” ricasında bulundu.
Sonra ikisi gemiden indiler. Sahil boyu yürürken, çocuklarla oynayan bir yavrucak gördüler. Hızır çocuğu orada öldürdü. Hz. Musa “Masum bir çocuğu kısas hakkın olmaksızın niye öldürdün. Bu çok yadırganacak bir iş” dedi.
Hz. Hızır yine kendisine dönerek “Ben sana demedim mi, sen benim beraberliğime sabredemezsin” diye Hz. Musa’ya çıkıştı. Hz. Musa “Ama bu birinciden de şiddetli idi” dedi ve ilave etti: “Bundan sonra sana bir şey sorarsam, beni arkadaş etme, nazarımda bu hususta haklı sayılacaksa” dedi.
Ve yola devam ettiler. Bir köye geldiler. Halktan yiyecek bir şeyler istediler. Ama kimse onları ağırlamadı. O sırada Hz. Hızır eski bir ev gördü ve evi yıktı. Hz. Musa dayanamadı. O ev orada belki birilerine lazımdı niye yıktın ne gerek vardı diye sordu.
Bu soru üzerine Hz. Hızır tebessüm etti. “Ey Musa ben sana benim ilmime dayanamazsın demiştim. Şimdi sana gemiyi niye batırdığımı, O çocuğu niye öldürdüğümü, eski evi niye yıktığımı anlatacağım. Gemi birkaç gün sonra kötü niyetli kişiler tarafından ele geçirilecek ve içindekileri öldüreceklerdi bende onları kurtarmak için gemiyi batırdım. O öldürdüğüm çocuk ise ileride büyüyünce ailesine ve insanlara çok kötülük yapacak biri olacaktı diye öldürdüm. Evi yıkmamdaki sebep ise o evin altında hazine var, zamanı gelince o evin gerçek sahipleri buraya gelip hazinelerine kavuşsunlar diye yıktım çünkü hiç kimse yıkık dökük bir evin altında hazine olduğunu düşünmezdi.” dedi.
Bu kısas dini kitap ve kaynaklarda bu şekilde anlatılmaktadır. Lakin şüphesiz ki her şeyi bilen ve ilmin sahibi yüce Allah’tır.
Yukarıda anlattığımız bu hikâye Hatay’ın önde gelen şeyhlerinin ortak hazırladığı, tek tek Kur’an-ı Kerim’den çevirdiği ayetlerden oluşuyor. Bunun yanı sıra sizlere bu olayın halk dilinde bilinen sosyal medyada çok sık paylaşılan hikâyesini anlatmak isterim. İşte Hızır Aleyhisselam’ın halk arasında bilinen hikâyesi şöyle;
“Hazreti Musa dünyanın en zeki kişisini merak eder. Allaha sorar. Allah ise Hızır cevabını verir. Bu adamı merak eden Musa, nasıl bulacağını merak eder. Allaha sorar. Allah yere sapladığın asan nerde büyürse, torbandaki balıkların nerde canlanırsa, nerde birden bire yağmur yağmaya başlarsa ve nerede iki deniz birbirine kavuşuyorsa orada onu bulursun demiş. Hazreti Musa onu bulmak için yaveriyle yollara çıkmış. Ama bir türlü tarif edilen özelliklerde bir yer bulamamış. Sonunda Samandağ’ına varmış ve yorgunluktan uyuyakalmış.
Uyandığında yere sapladığı asasının yeşillendiğini, beraberinde getirdiği tuzlu tavukların canlanarak denize doğru ilerlediklerini ve sürekli yağmur yağdığını görmüş. Denize yakın bir yerde de bir kuşun basını suya daldırıp çıkardığını görmüşler. Az ileride de bir balıkçı adam görmüşler. Bu arada kuş, ağzına bir damla su alıp havalanmış. İhtiyar balıkçı bunların yanına yaklaşarak kendi ilimlerinin, Allah’ın ilminin yanında ancak denizden alınan bu bir damla su kadar az olduğunu ifade etmiş. Musa, balıkçıya Hıdır’ı nasıl bulacağını sormuş. Balıkçı kendisinin yola çıkacağını soru sormaması ve işlerine karışmaması koşuluyla onu Hıdır’a götürebileceğini söyler. Musa kabul eder. Yola koyulurlar.
Az bir zaman sonra balıkçı, kıyıda gördüğü kayıkları delmeye başlar. Musa sebebini sorar fakat balıkçı yanıtlamaz ve aralarında yaptıkları anlaşmayı hatırlatır. Biraz daha ilerlemişler ve balıkçı bir çocuğu öldürmüş.
Musa tekrar bunun sebebini sorsa da cevap alamaz. Asi ırmağının kenarında ilerlerken Harbiye’ye varmışlar. Burada ekmek yapan kadınlara rastlamışlar. Karınları acıktığı için ekmek istemişler. Fakat kadınlar ekmek vermemiş. Daha sonra yıkılmış bir duvarın üzerine oturmuşlar. Balıkçı bu duvarı onarmış. Musa bunun sebebini sormuş. Buna kızan balıkçı sinirlenmiş. Bir bir anlatmaya başlamış. Kayıkları deldim çünkü padişah bütün sağlam kayıklara el koyuyordu. Çocuğu öldürdüm, çünkü büyüyünce kötü biri olacaktı. Bu duvarı onardım. Çünkü iki çocuğun ölmüş anne ve babaları çocukları büyüdüklerinde bulsunlar diye bir define saklamışlardı. Duvarı onarmasam yabancılar bu defineyi bulup çalabilirlerdi. Bunları sana anlattım. Ben artık gidiyorum diyerek uzaklaşmış. Musa aradığı Hızır’ın bu ihtiyar balıkçı olduğunu anlamış.”
O gün bugündür buluştukları o noktada Hızır türbesi yer alıyor. Orayı ziyaret eden vatandaşlar para bırakır, bez bağlar, çivi ve nal çakar, taş yapıştırır, boncuk takar bunlar gibi kimi dinsel ve büyüsel inançlar ile geleneklere rastlıyoruz. Türbe yolun etrafında bulunduğu için oradan geçmekte olan araçlar 3 tur dönüp dua ettiklerini de görüyoruz. Farklı türdeki inançlarda türbeye gelirken ya para bulunan kasaya para bırakılır ya da buhur getirilir. Buhur ise bir yerin dumanıyla doldurmak anlamına gelirken iyileştirme, arındırmak ve korumak amacıyla kullanılıyor.
Hatay türbelerinde bu inançların önemli bir kısmını da sağlıkla ilişkilendirmek mümkün. Resimde gördüğünüz taşı, insanlar ağrıyan yerlerine sürerek şifa bekliyorlar. Halk inanışlarından bir diğeri ise; türbeye geçerken nasıl sağ ve sol duvarları geçerken duvarları öpüp geçiyorlarsa çıkarken de yüzü türbeye dönmüş şekilde çıkıyorlar. Bu da türbe sahibine gösterilen saygıdan ötürü olduğu söylenir.