Derb ya da Darb (El-Darb) Arapça geçit, yol anlamındadır. Sak ise dağ eteği, vadiye bitişik kısım, yamaç anlamına gelmektedir. Buna göre Darb-ı Sak, dağ eteğinden geçen ya da dağ
eteğindeki, yamaçtaki yol anlamına gelmektedir. Kale, Bizans döneminde “dağlılar” ya da “Çobanlar Şatosu” adıyla anılıyordu. Kalenin adı bir kaynakta ise “Deyr Bessak” olarak geçmektedir. Bu isim “yüksek ruhbanlar evi-kilise” anlamına gelmektedir.
Kale, Kırıkhan’dan Hassa’ya giden karayolunun 4. kilometresinde, yoldan 1 km. içerde, Alaybeyli Köyü’nün hemen önünde bir tepe üzerinde kurulmuştur. 36°31’52.56” kuzey enlemleri ile 36°21’53.87” doğu boylamları arasında yer alan kalenin batısında yüksek, kolay geçit vermeyen doğal bitki örtüsü açısından zengin Amanos (Nur) Dağları, doğusunda ilin en önemli ve en geniş ovası olan verimli Amik Ovası uzanmaktadır. Bölgenin iklimi tipik Akdeniz iklimi özellikleri gösterir. Kışın ortalama sıcaklık 7.31 derece, yazın ise 32.3 derecedir. Kale, yüzyıllarca Maraş-Gaziantep tarafından Antakya’ya giden stratejik yol ile Belen Geçidi’nin kuzey yaklaşımının ve Halep yolunun güvenliğini sağlıyordu. Aynı zamanda Amik Ovası’ndan körfeze inen ikinci yol olan ve Amanos Dağları’nı doğu-batı yönünde geçen Alan Yaylası – Değirmendere Geçidi’ni de kontrol altında tutuyordu.
Darb-ı Sak Kalesi, M.Ö. 333 yılında, Pers Kralı Darius’un Büyük İskender’e karşı İssos Savaşı’ndan önce karargâh kurduğu mekân olarak dikkat çeker. Anadolu Selçuklu Sultanı Süleyman Şah’ın 1084 yılında Antakya’yı fethinden sonra aldığı kaleler arasında, Darb-ı Sak Kalesi de vardır. Sonraki yıllarda kale Haçlıların eline geçer ve Templiers Tarikat›6 mensuplarının karargâhı haline gelir. 1171-72’de Bakras Kalesi’ni ele geçiren Ermeni Baron Mleh, Darb-ı Sak Kalesi’ni de ele geçirir. Mleh 1174 veya 1175 tarihinde öldürülünce kale tekrar Templiers Şövalyeleri’nin eline geçer.
Selahaddin Eyyubi, 1188 yılında Asi Nehri üstünden geçerek Darb-ı Sak Kalesi önlerine gelir ve kaleyi 13 Eylül 1188 tarihinde Templiers Şövalyeleri’nden alarak yönetimini Alamüddin Süleyman bin Canda’ya verir. Daha sonraki dönemde kale kısa bir süre yine Templiers Şövalyeleri’nin elinde kalır. 1205 yılında Ermeni Kralı II. Leon, Darb-ı Sak Kalesi’ne ani bir saldırı yapar, fakat kaleyi ele geçiremez. Bu tarihten sonra kale yine Müslümanların elindedir.
1237 yılının Haziran ayında, Antakya Templiers Tarikatı Şefi Guillaume Montferrat, Şövalyelerini Müslümanların elindeki Darb-ı Sak Kalesi’ne saldırtır. Kaledeki garnizon direnir ve yardım için Halep’e haber gönderir. Kısa sürede yetişen yardım kuvvetleri, Hrıstiyanları ağır bir bozguna uğratır. Esir edilenler fidye karşılığı serbest bırakılır. 1260 yılında Halep ve Harim’i zapteden Moğollara yardım eden Ermeni Kralı Hetum ve Antakya Prensi Bohemond, Hülagu’ya itaatlerini sunar. Bunun karşılığı alarak Hülagu, Darb-ı Sak Kalesi’ni Hetum’a hediye eder. 1260 yılında Memlukların Moğolları yenerek Suriye topraklarına girmesinden sonra, 1266 yılında Memluk Sultanı Baybars, Çukurova’yı Ermenilerden alır ve 1268 yılında Antakya’ya yönelir. Bu sırada kale Templiers Şövalyeleri’nin elinde bulunmaktadır. Baybars Antakya ile birlikte Darb-ı Sak Kalesi’ni de alır ve böylece yöre Memluk egemenliğine girer. 1280 yılının Eylül ayı sonlarında bir Moğol ordusu Fırat’ı geçerek Ayntap, Darb-ı Sak ve Bakras Kalesi’ni işgal eder. Kale, bu tarihten sonra önemini yitirir.
14. yüzyıl sonlarında ve 15. yüzyılda Avşarların bir kolu olan Gündüzoğulları’nın elindedir. 1408 yılında Gündüzoğulları, kendilerini Amik’ten atmak isteyen Memlük Emiri Temur Boğa’yı ağır bir yenilgiye uğratarak 1411 yılında Antakya’yı ele geçirir. Halep Emiri İnal el-Süslani Gündüzoğulları’na saldırır. Gündüzoğulları karşı koyamayıp Gavurdağları’na sığınınca kale Memluklara teslim olur. 15. yüzyılın 2. Yarısında Gündüzoğulları’nın yine Amik’te olduğunu görüyoruz. 1471 yılında başlarında Ömer Bey ve 1482’de ise Mehmet Bey’in bulunduğu bilinmektedir. 1482 yılında Çukurova’yı istila eden Osmanlı ordusu ile savaşan Türkmenler arasında Gündüzlüler de vardır. Türkmenlerin yenildiği bu savaşta Mehmet Bey de ölür ve Gündüzoğulları dağılır. Bundan sonra Darb-ı Sak ve çevresi Özeroğulları’nın kontrolüne geçer. 1517 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferiyle birlikte Osmanlı topraklarına katılır ve Kaza-i Gündüzlü olarak anılır. Bazı kaynaklara göre, Darb-ı Sak Kalesi harabesi, başlangıç tarihi belirlenemeyen bir dönemde Tayfuriye Tarikatı mensuplarınca tekke ve barınak olarak kullanılır. Bu tekkenin, varlığını 19. Yüzyıla kadar sürdürdüğü bilinmektedir.
Kalenin içine dağılmış durumda çok sayıda mekân kalıntısı bulunmaktadır. Güneydoğu köşede, bugün kısmen toprak altında kalmış, kuzey-güney doğrultuda uzanan dikdörtgen planlı ve beşik tonozlu iki mekân yer almaktadır. İçi toprak dolu mekânlar, birbirine bir geçiş ile bağlıdır. Güneydeki mekân kuzeydekine oranla daha küçüktür. Bu mekânın güney duvarında bir giriş açıklığı daha yer almaktadır. Doğu duvarının ortasında, Geç Helenistik Çağı sur duvarı, payanda şeklinde mekânın içine doğru uzanmaktadır. Geç Helenistik dönem sur duvarına yaslanan bu mekânlar tamamen kaba yonu ve moloz taşla harçlı olarak inşa edilmiştir.
KÖPRÜ-SU KEMERİ:
Kalenin bulunduğu tepe, orijinalde kuzeyden derin bir hendek ile Alaybeyli Köyü’nün konumlandığı sırttan ayrılmıştır. Hendeğin üzerinde kemerleri kesme taştan, diğer bölümleri harçlı moloz taş ile inşa edilmiş (üç gözlü bir köprü ile bağlantı sağlanmıştır. Köprüden giriş kapısına doğru uzanan moloz taş döşeli bir rampa ve tonozlu küçük bir yeraltı geçidi uzanmaktadır. Köprü, rampa ve tonozlu geçit muhtemelen haçlı dönemine ait olmalıdır.
H. 1314 (1896) tarihinde Mustafa Şevki Paşa tarafından inşa edilen çeşmeye su getirmek için köprünün üzerine duvarlar inşa edilerek su kemeri benzeri bir düzenek oluşturulmuştur.
ÇEŞME:
Kübik formlu ve yarım daire kemerli bir eyvana sahiptir. Kesme taş ile inşa edilmiş olan çeşme bugün mozaik kaplıdır. Eyvanın kuzey duvarındaki küçük bir kapı ile su deposuna geçiş sağlanmıştır. Kemerin tepe noktasında 12 satırlık inşa kitabesi yer almaktadır. Kitabeye göre H.1314 (1896) tarihinde Mustafa Şevki Paşa tarafından yaptırılmıştır.
TÜRBE:
Batıda kayaların tıraşlanması ile oluşturulan, kuzeyde de sur duvarı ile sınırlanmış bir alanda, birbirine birer kapı ile bağlanan dikdörtgen planlı, beşik tonozlu dört mekândan ibarettir. Kalenin barınak kısımlarının tadilatıyla türbe haline getirilmiştir. Türbeye doğu cephede yer alan sivri beşik tonoz kavsaraya sahip bir kapıdan giriş sağlanır. Bu mekânda Mustafa Şevki Paşa’nın mezarı yer almaktadır. Kübik formlu mezarın baş ve ayakucunda iki şahide yer almaktadır.
Ortada, diğer mekânlardan daha geniş olan mekânda, Bâyezîd-î Bestâmî’ye atfedilen yeni yapılmış ahşap bir sanduka yer almaktadır. Mekânın güney duvarı ortasında yarım daire formlu fayans kaplı bir mihrap yer almaktadır. Bu mekândan, doğusuna bitişik olan mekâna bir kapı ve iki pencere açıklığı ile bağlantı sağlanmıştır.
Güney yönden iki ve doğu yönden iki mazgal pencere ile aydınlanan bu mekândan, kuzeyde yer alan ve çilehane olarak adlandırılan mekana birkaç basamaklık bir merdiven ile çıkılmaktadır. Bu mekân, orijinalde bir tepe penceresi ile aydınlatılmaktaydı.
CAMİ – ZAVİYE:
Türbenin güneyinde, türbeye göre daha aşağı kotta kalmaktadır. Bugün türbedar tarafından ev
olarak kullanılmaktadır. Yapıya doğu cephenin kuzey ucunda yer alan bir kapı ile giriş sağlanmıştır.
Dikdörtgen planlı ve beşik tonozla örtülüdür. Güney duvarında basit bir mihrap nişi yer almaktadır. Mekân doğu ve kuzey duvarlarında yer alan ikişer pencere ile aydınlanmaktadır. Caminin güneyine bitişik olarak inşa edilmiş farklı büyüklüklerde beşik tonozlu dört zaviye odası, bugün depo olarak kullanılmaktadır. Dört odaya da doğu cephenin kuzey ucunda yer alan birer kapı ile ayrı ayrı giriş sağlanmıştır. Küçük olan mekânlar birer, büyük olanlar ise ikişer pencere ile aydınlatılmıştır.
Camiye bitişik olarak inşa edilmiş ilk iki oda, birbirine bir kapı ile bağlanmıştır. Bugün türbe cephesinde yer alan kitabe cami kitabesidir.
Yararlanılan Kaynaklar;
1. Mehmet Tekin, Hatay Evliyalarından Bayezid-i Bestami, Antakya 1994, s.74-75.
2. Mehmet Tekin, a.g.e., s.76.
3. Rene Dussaud, Topographie Historique de La Syrie Antique et Medievale, Paris
1927, 436, dipnot
4. Bilge Umar, Türkiye Halklarının İlkçağ Tarihi, Cilt: II, İstanbul 1984, s.110-111.
5. Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi, Selçuklular Dönemi (Başlangıçtan 1086’ya Kadar),
Ankara 1988, s.89
6. Templiers Şövalyeleri, haçlı döneminde bir askeri-dini tarikattır. Bir grup Fransız Şövalye tarafından 1119 yılında Filistin’de Hıristiyan hacıların güvenliğini sağlamak, Filistin’i ve özellikle Hz. İsa’nın merkadini korumak için ve Müslümanlara karşı savaşmak için kuruldu. Kudüs Kralı II. Baldwin bunlara Hz.Süleyman’ın mabedinde kışla tahsis ettiği için tapınak anlamına gelen Temple kelimesine bağlı olarak bu Şövalyeler Templiar ya da Templier adıyla anılırlar. Yoksulluk, iffet ve itaat üzerine yemin ederek tarikata giren Şövalyeler dört rütbeye ayrılıyordu. Şövalyelik, papazlık, Şövalye adayı ve hizmetçilik. Latin Hristiyan âleminde hızla yayılan ve kısa surede sayıları 20.000’e ulaşan Templierler Papa’nın direk otoritesine bağlı olup bulundukları krallığın ve piskoposun kontrolüne tabii değildirler. Haçlı seferinde önemli rol oynadılar. Zamanla çok zenginleşen ve Kudüs, Trablus ve Antakya’da geniş Topraklara ve şatolara sahip olan Templierler, krallara bile borç verebilecek seviyeye ulaştılar. Zamanla bozulan bu teşkilat, ortaya atılan suçlamalar nedeniyle 1312 yılında Papalık kararıyla fesh edildi. Bkz. Mehmet Tekin, a.g.e., s.77, dipnot 15.
7. Ali Sevim, Genel Çizgileriyle Selçuklu Ermeni İlişkileri, Ankara 1983, s.32.
8. Ramazan Şeşen, Salahaddin Eyyubi ve Devlet, İstanbul 1987, s.127.
9. İbn ül Esir, İslam Tarihi, El-Kamil fi’t-Tarih cilt:12, İstanbul 1987, 12/26-27.
10. Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, (Çev. Fikret Işıltan), 1H, Ankara 1987,
s.181-182.
11. Mehlika Aktok Kaşgarlı, Kilikya Tabi Ermeni Baronluğu Tarihi, Ankara 1990, s.75.
12. Hansgerd Helienkemper, Burgen Der Kreuzrifterzeit in Der grafschaft Edessa
und im Königreich Kleinarmenien, Bonn 1976, s.113.
13 .Steven Runciman , a.g.e., s.331.4
14. Bayezid-i Bestami’nin ölümünden yüz yıl sonra müritleri onun adına bağlı olarak “Tayfuriyye” adıyla bir tarikat oluşturdular. Onun görüşlerini kabul edip yolunu izleyenlere “Tayfur” adı verildi. Tayfuriyye gerçek anlamda bir tarikat değil, tasavvuf akımı olarak kabul edilir. Bkz. Mehmet Tekin. a.g.e., s.71-72..
15. Bayezid-i Bestami’nin adi Ebu Tayfur bin İsa bin Süruşan’dır. İran’ın Horasan Eyaleti’nin Bestam (Bistam) kentinde doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor.
Yaygın olarak kabul edilen rivayetlere göre Hicri H.161 (777) tarihinde doğmuştur.
Diğer bir rivayete göre ise H. 131 (748) tarihinde doğmuş ve H. 237 (851) tarihinde ölmüştür. Bayezid’in bir süre ikamet ettiği sanılan Darb-ı Sak Kalesi üzerinde bir makamı bulunmaktadır. Türbesi İran’da Bestam kentinin merkezinde, tarihi binaların toplu olarak bulunduğu yerin ortasında yer alır. İlhanlı Sultanı Olcayto Muhammed kabrin üzerine kümbet tarzında bir türbe yaptırmıştır. Suriye’de İdlib’in Sermin Nahiyesinde Şeyh el-Bestami adını taşıyan bir ziyaret bulunmaktadır. Bkz. Mehmet Tekin, a.g.e. s.13-14; A. Yaşar Ocak ise Bayezid-i Bestami’nin 874 yılında öldüğünü belirtmektedir. Bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkibeleri, Ankara 1984, s.40.